Bu adımı atla Skip to sidebar Skip to footer

Meselemize öncelikle İslam’ın tarifiyle başlayalım:

İslam: Allah-u Teâlâ’nın emirlerine boyun eğip, O’nun birliğine ve ibadetinde tek olup hiç bir ortağı olmadığına teslimiyet göstermek, bir olan Allah-u Teâlâ’ya ibadeti, O’nun yüce kitabında ve rasûlunun sünnetinde bildirdiği her şeye iman ile birlikte yerine getirmek, bir olan Allah-u Teâlâ’nın rızasını elde etmek için o ikisinde bildirildiği şekliyle amel etmek, imanı bozacak ve sahibini “millet” den (İslam milletinden / dininden) çıkaracak her şeyden uzak durmaktır.

Buna göre İslam’ın genel manası şöyledir:

İslam: Allah-u Teâlâ’nın emirlerine boyun eğip kayıtsız şartsız itaat etmek, zahiren ve batinen bunlara teslim olmaktır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“(Ey Muhammed!) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafur’dur, Rahim’dir.” (Ey Muhammed!) De ki: “Allah’a ve resulüne itaat edin!” Eğer (şirk ve küfürde kalıp itaatten) yüz çevirirlerse, muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez (onları cezalandırır).”

(Ali İmran: 31–32)

Allah-u Teâlâ bu ayette cennetle müjdelediği kullarını bize tanıtıyor ve onların sıfatlarının tağuta kulluk etmekten kaçınıp ibadetleri her çeşidiyle halis olarak Allah-u Teâlâ’ya yapan, böylece Allah-u Teâlâ’nın rızası ve cennetiyle müjdelenen kimseler olduğunu bildiriyor. Yine bu ayette Allah-u Teâlâ bize; Allah-u Teâlâ’nın rızasını ve cennetle müjdelenmeyi hak edenlerin, hayatlarında her çeşidi, şekli ve resmiyle tağuta ibadetten kaçınan ve ibadetlerini tek olan, ortağı olmayan Allah-u Teâlâ’ya ihlâslı bir şekilde yapan kimselerin olduğunu bildiriyor. Aynı şekilde; Allah-u Teâlâ bu ayette bize, tağuta kulluktan kaçınmanın, Allah-u Teâlâ’nın rızasını elde etmeyi ve cennete girmeyi sağlayan sahih imanın şartlarından olduğunu açık bir şekilde bildiriyor. Allah-u Teâlâ bir başka ayette bütün rasûllerin, insanlara getirmiş oldukları çağrının şu iki esas üzere olduğunu bildirmiştir: Her şekli, rengi ve çeşidiyle tağutlara ibadetten kaçınmak ve tek olan Allah-u Teâlâ’ya ibadet. Bütün rasûllerin davetinin temelini bu iki esas şekillendirmiştir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki her ümmete: “Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” diye (söylemeleri için) bir rasul gönderdik…”

(Nahl: 36)

Bu ayette bize açıklandığı üzere hiç istisnasız rasûllerin hepsi apaçık şekilde şunu bildirmişlerdir: “Kul, ibadetlerini Allah-u Teâlâ’nın rasûllerinin hepsinin dilleriyle kanunlaştırdıkları şekilde yapmadığı, ibadeti ihlâslı bir şekilde sadece O’na has kılmadığı, bütün şekil ve çeşitleriyle, büyük ve küçük tağutlara ibadetten kaçınmadığı müddetçe Allah-u Teâlâ kulun ibadetini kabul etmez.” Tevhidin şartlarından temel şart olan tağutu inkârın gerekliliğini açıklayan bu açık ayetlerin açıklanmasından sonra; her şekil, renk ve çeşidiyle bu tağutun inkâr edilmesiyle ancak iman ve ibadetin geçerli olacağı tağutun ne olduğunu bildirmemiz üzerimize gerekli oldu. Kaynak:  İşte Müslüman

Allah-u Teâlâ bu ayeti kerimede Kur’an’a ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’den önceki nebilere indirilenlere iman ettiklerini iddia eden, bununla birlikte tağuta muhakeme olmayı da isteyen bir topluluktan bahsediyor.

Allah-u Teâlâ bu kimselerin iman iddialarını reddetmiştir. Çünkü tağuta muhakemeyle birlikte kabul gören ve doğru olan bir iman gerçekleşemez. Üstelik aynı kalpte doğru iman ile tağuta muhakeme olmayı istemek bir arada bulunamaz. Şayet onlar, iddia ettikleri gibi gerçek manada iman etmiş olsalardı tağuta muhakeme olmayı istemezlerdi. Çünkü Allah-u Teâlâ ayette onlara:
“Onu reddetmekle emrolunmuşlardı” buyurmuştur.

“Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” buyurarak şeytan aleyhil lanenin onları, tağuta muhakeme olma istekleriyle birlikte Allah-u Teâlâ’nın rasûlune indirdiğine iman iddialarının geçerli olacağına, bu din üzerinde kalacaklarına ve iman iddialarının Allah-u Teâlâ katında kabul göreceğine inandırarak kendilerini derin bir sapıklığa düşürmek ve kandırmak istediğini haber vermiştir.
Allah-u Teâlâ başka bir ayette şöyle buyuruyor:

“Tağuta ibadet etmekten kaçınıp (yalnız) Allah’a (ibadete) yönelenlere (dünyada ve ahirette) müjde vardır.”

(Zümer: 17)

Allah-u Teâlâ bu ayette cennetle müjdelediği kullarını bize tanıtıyor ve onların sıfatlarının tağuta kulluk etmekten kaçınıp ibadetleri her çeşidiyle halis olarak Allah-u Teâlâ’ya yapan, böylece Allah-u Teâlâ’nın rızası ve cennetiyle müjdelenen kimseler olduğunu bildiriyor. Yine bu ayette Allah-u Teâlâ bize; Allah-u Teâlâ’nın rızasını ve cennetle müjdelenmeyi hak edenlerin, hayatlarında her çeşidi, şekli ve resmiyle tağuta ibadetten kaçınan ve ibadetlerini tek olan, ortağı olmayan Allah-u Teâlâ’ya ihlâslı bir şekilde yapan kimselerin olduğunu bildiriyor. Aynı şekilde; Allah-u Teâlâ bu ayette bize, tağuta kulluktan kaçınmanın, Allah-u Teâlâ’nın rızasını elde etmeyi ve cennete girmeyi sağlayan sahih imanın şartlarından olduğunu açık bir şekilde bildiriyor. Allah-u Teâlâ bir başka ayette bütün rasûllerin, insanlara getirmiş oldukları çağrının şu iki esas üzere olduğunu bildirmiştir: Her şekli, rengi ve çeşidiyle tağutlara ibadetten kaçınmak ve tek olan Allah-u Teâlâ’ya ibadet. Bütün rasûllerin davetinin temelini bu iki esas şekillendirmiştir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki her ümmete: “Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” diye (söylemeleri için) bir rasul gönderdik…”

(Nahl: 36)

Bu ayette bize açıklandığı üzere hiç istisnasız rasûllerin hepsi apaçık şekilde şunu bildirmişlerdir: “Kul, ibadetlerini Allah-u Teâlâ’nın rasûllerinin hepsinin dilleriyle kanunlaştırdıkları şekilde yapmadığı, ibadeti ihlâslı bir şekilde sadece O’na has kılmadığı, bütün şekil ve çeşitleriyle, büyük ve küçük tağutlara ibadetten kaçınmadığı müddetçe Allah-u Teâlâ kulun ibadetini kabul etmez.” Tevhidin şartlarından temel şart olan tağutu inkârın gerekliliğini açıklayan bu açık ayetlerin açıklanmasından sonra; her şekil, renk ve çeşidiyle bu tağutun inkâr edilmesiyle ancak iman ve ibadetin geçerli olacağı tağutun ne olduğunu bildirmemiz üzerimize gerekli oldu. Kaynak:  İşte Müslüman

Ayette geçen: ( عُرْوَةِ الْوُثْقَىَ ) “Kopmak bilmeyen sağlam kulp” tan kasıt; “İslam”dır. Bu ise; Allah-u Teâlâ’nın emrettiği ve kendisinden razı olduğu İslam’dır. Bu ayet bize şunu açıklamaktadır: İnsanın “İslam” manasına gelen “sapasağlam kulp”a sarılabilmesi sadece iman ile gerçekleşmez. Hiç şüphe yok ki onun imanı; öncelikle her çeşidi ve rengiyle tağutu inkâr edip reddetmeyi de içine almalıdır. Şayet böyle yapmaz ve tağutu inkâr etmeksizin Allah-u Teâlâ’ya iman ederse, şüphesiz onun bu imanı kendisine fayda vermez ve Allah-u Teâlâ böyle bir imanı ondan kabul etmez. Öyleyse bu ayeti kerimeye göre; tağutu inkâr etmeksizin, İslam ve imanın Allah-u Teâlâ’nın kabul ettiği şekilde olması mümkün değildir. Zira Allah-u Teâlâ doğru ve geçerli olan İslam için şu iki şartı koşmuştur: Birincisi: Tağutu inkâr etmek İkincisi: Allah-u Teâlâ’ya iman etmek. Şayet bu şartlardan birisi eksik olursa, kabul gören doğru İslam ve imandan söz edilemez. Öyleyse şimdi bu iki şartı açıklayalım: Birinci Şart: Tağutu inkâr etmek. Şunda hiçbir şüphe yoktur ki, tağutu tüm şekil ve renkleriyle bilmeyen kimse, onu inkâr ve tekfir edemez, böyle yaptığını iddia etse bile… Zira onun bu iddiası bir şeyi inkâr ettiğini söyleyip de inkâr ettiği şey hakkında bir bilgisi olmayan kimsenin iddiasıdır. Oysa bu ayeti kerimede istenen inkâr, bu şekildeki bir inkâr değildir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak isterler. Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.”

(Nisa: 60)

Allah-u Teâlâ bu ayeti kerimede Kur’an’a ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’den önceki nebilere indirilenlere iman ettiklerini iddia eden, bununla birlikte tağuta muhakeme olmayı da isteyen bir topluluktan bahsediyor.

Allah-u Teâlâ bu kimselerin iman iddialarını reddetmiştir. Çünkü tağuta muhakemeyle birlikte kabul gören ve doğru olan bir iman gerçekleşemez. Üstelik aynı kalpte doğru iman ile tağuta muhakeme olmayı istemek bir arada bulunamaz. Şayet onlar, iddia ettikleri gibi gerçek manada iman etmiş olsalardı tağuta muhakeme olmayı istemezlerdi. Çünkü Allah-u Teâlâ ayette onlara:
“Onu reddetmekle emrolunmuşlardı” buyurmuştur.

“Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” buyurarak şeytan aleyhil lanenin onları, tağuta muhakeme olma istekleriyle birlikte Allah-u Teâlâ’nın rasûlune indirdiğine iman iddialarının geçerli olacağına, bu din üzerinde kalacaklarına ve iman iddialarının Allah-u Teâlâ katında kabul göreceğine inandırarak kendilerini derin bir sapıklığa düşürmek ve kandırmak istediğini haber vermiştir.
Allah-u Teâlâ başka bir ayette şöyle buyuruyor:

“Tağuta ibadet etmekten kaçınıp (yalnız) Allah’a (ibadete) yönelenlere (dünyada ve ahirette) müjde vardır.”

(Zümer: 17)

Allah-u Teâlâ bu ayette cennetle müjdelediği kullarını bize tanıtıyor ve onların sıfatlarının tağuta kulluk etmekten kaçınıp ibadetleri her çeşidiyle halis olarak Allah-u Teâlâ’ya yapan, böylece Allah-u Teâlâ’nın rızası ve cennetiyle müjdelenen kimseler olduğunu bildiriyor. Yine bu ayette Allah-u Teâlâ bize; Allah-u Teâlâ’nın rızasını ve cennetle müjdelenmeyi hak edenlerin, hayatlarında her çeşidi, şekli ve resmiyle tağuta ibadetten kaçınan ve ibadetlerini tek olan, ortağı olmayan Allah-u Teâlâ’ya ihlâslı bir şekilde yapan kimselerin olduğunu bildiriyor. Aynı şekilde; Allah-u Teâlâ bu ayette bize, tağuta kulluktan kaçınmanın, Allah-u Teâlâ’nın rızasını elde etmeyi ve cennete girmeyi sağlayan sahih imanın şartlarından olduğunu açık bir şekilde bildiriyor. Allah-u Teâlâ bir başka ayette bütün rasûllerin, insanlara getirmiş oldukları çağrının şu iki esas üzere olduğunu bildirmiştir: Her şekli, rengi ve çeşidiyle tağutlara ibadetten kaçınmak ve tek olan Allah-u Teâlâ’ya ibadet. Bütün rasûllerin davetinin temelini bu iki esas şekillendirmiştir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki her ümmete: “Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” diye (söylemeleri için) bir rasul gönderdik…”

(Nahl: 36)

Bu ayette bize açıklandığı üzere hiç istisnasız rasûllerin hepsi apaçık şekilde şunu bildirmişlerdir: “Kul, ibadetlerini Allah-u Teâlâ’nın rasûllerinin hepsinin dilleriyle kanunlaştırdıkları şekilde yapmadığı, ibadeti ihlâslı bir şekilde sadece O’na has kılmadığı, bütün şekil ve çeşitleriyle, büyük ve küçük tağutlara ibadetten kaçınmadığı müddetçe Allah-u Teâlâ kulun ibadetini kabul etmez.” Tevhidin şartlarından temel şart olan tağutu inkârın gerekliliğini açıklayan bu açık ayetlerin açıklanmasından sonra; her şekil, renk ve çeşidiyle bu tağutun inkâr edilmesiyle ancak iman ve ibadetin geçerli olacağı tağutun ne olduğunu bildirmemiz üzerimize gerekli oldu. Kaynak:  İşte Müslüman

Ayette geçen: ( عُرْوَةِ الْوُثْقَىَ ) “Kopmak bilmeyen sağlam kulp” tan kasıt; “İslam”dır. Bu ise; Allah-u Teâlâ’nın emrettiği ve kendisinden razı olduğu İslam’dır. Bu ayet bize şunu açıklamaktadır: İnsanın “İslam” manasına gelen “sapasağlam kulp”a sarılabilmesi sadece iman ile gerçekleşmez. Hiç şüphe yok ki onun imanı; öncelikle her çeşidi ve rengiyle tağutu inkâr edip reddetmeyi de içine almalıdır. Şayet böyle yapmaz ve tağutu inkâr etmeksizin Allah-u Teâlâ’ya iman ederse, şüphesiz onun bu imanı kendisine fayda vermez ve Allah-u Teâlâ böyle bir imanı ondan kabul etmez. Öyleyse bu ayeti kerimeye göre; tağutu inkâr etmeksizin, İslam ve imanın Allah-u Teâlâ’nın kabul ettiği şekilde olması mümkün değildir. Zira Allah-u Teâlâ doğru ve geçerli olan İslam için şu iki şartı koşmuştur: Birincisi: Tağutu inkâr etmek İkincisi: Allah-u Teâlâ’ya iman etmek. Şayet bu şartlardan birisi eksik olursa, kabul gören doğru İslam ve imandan söz edilemez. Öyleyse şimdi bu iki şartı açıklayalım: Birinci Şart: Tağutu inkâr etmek. Şunda hiçbir şüphe yoktur ki, tağutu tüm şekil ve renkleriyle bilmeyen kimse, onu inkâr ve tekfir edemez, böyle yaptığını iddia etse bile… Zira onun bu iddiası bir şeyi inkâr ettiğini söyleyip de inkâr ettiği şey hakkında bir bilgisi olmayan kimsenin iddiasıdır. Oysa bu ayeti kerimede istenen inkâr, bu şekildeki bir inkâr değildir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak isterler. Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.”

(Nisa: 60)

Allah-u Teâlâ bu ayeti kerimede Kur’an’a ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’den önceki nebilere indirilenlere iman ettiklerini iddia eden, bununla birlikte tağuta muhakeme olmayı da isteyen bir topluluktan bahsediyor.

Allah-u Teâlâ bu kimselerin iman iddialarını reddetmiştir. Çünkü tağuta muhakemeyle birlikte kabul gören ve doğru olan bir iman gerçekleşemez. Üstelik aynı kalpte doğru iman ile tağuta muhakeme olmayı istemek bir arada bulunamaz. Şayet onlar, iddia ettikleri gibi gerçek manada iman etmiş olsalardı tağuta muhakeme olmayı istemezlerdi. Çünkü Allah-u Teâlâ ayette onlara:
“Onu reddetmekle emrolunmuşlardı” buyurmuştur.

“Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” buyurarak şeytan aleyhil lanenin onları, tağuta muhakeme olma istekleriyle birlikte Allah-u Teâlâ’nın rasûlune indirdiğine iman iddialarının geçerli olacağına, bu din üzerinde kalacaklarına ve iman iddialarının Allah-u Teâlâ katında kabul göreceğine inandırarak kendilerini derin bir sapıklığa düşürmek ve kandırmak istediğini haber vermiştir.
Allah-u Teâlâ başka bir ayette şöyle buyuruyor:

“Tağuta ibadet etmekten kaçınıp (yalnız) Allah’a (ibadete) yönelenlere (dünyada ve ahirette) müjde vardır.”

(Zümer: 17)

Allah-u Teâlâ bu ayette cennetle müjdelediği kullarını bize tanıtıyor ve onların sıfatlarının tağuta kulluk etmekten kaçınıp ibadetleri her çeşidiyle halis olarak Allah-u Teâlâ’ya yapan, böylece Allah-u Teâlâ’nın rızası ve cennetiyle müjdelenen kimseler olduğunu bildiriyor. Yine bu ayette Allah-u Teâlâ bize; Allah-u Teâlâ’nın rızasını ve cennetle müjdelenmeyi hak edenlerin, hayatlarında her çeşidi, şekli ve resmiyle tağuta ibadetten kaçınan ve ibadetlerini tek olan, ortağı olmayan Allah-u Teâlâ’ya ihlâslı bir şekilde yapan kimselerin olduğunu bildiriyor. Aynı şekilde; Allah-u Teâlâ bu ayette bize, tağuta kulluktan kaçınmanın, Allah-u Teâlâ’nın rızasını elde etmeyi ve cennete girmeyi sağlayan sahih imanın şartlarından olduğunu açık bir şekilde bildiriyor. Allah-u Teâlâ bir başka ayette bütün rasûllerin, insanlara getirmiş oldukları çağrının şu iki esas üzere olduğunu bildirmiştir: Her şekli, rengi ve çeşidiyle tağutlara ibadetten kaçınmak ve tek olan Allah-u Teâlâ’ya ibadet. Bütün rasûllerin davetinin temelini bu iki esas şekillendirmiştir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki her ümmete: “Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” diye (söylemeleri için) bir rasul gönderdik…”

(Nahl: 36)

Bu ayette bize açıklandığı üzere hiç istisnasız rasûllerin hepsi apaçık şekilde şunu bildirmişlerdir: “Kul, ibadetlerini Allah-u Teâlâ’nın rasûllerinin hepsinin dilleriyle kanunlaştırdıkları şekilde yapmadığı, ibadeti ihlâslı bir şekilde sadece O’na has kılmadığı, bütün şekil ve çeşitleriyle, büyük ve küçük tağutlara ibadetten kaçınmadığı müddetçe Allah-u Teâlâ kulun ibadetini kabul etmez.” Tevhidin şartlarından temel şart olan tağutu inkârın gerekliliğini açıklayan bu açık ayetlerin açıklanmasından sonra; her şekil, renk ve çeşidiyle bu tağutun inkâr edilmesiyle ancak iman ve ibadetin geçerli olacağı tağutun ne olduğunu bildirmemiz üzerimize gerekli oldu. Kaynak:  İşte Müslüman

Allah-u Teâlâ, kitabında razı olduğu İslam’ı bize şöyle açıklıyor:

“Dine girme konusunda zorlama yoktur. Hak ile batıl (apaçık delillerle) belli olmuştur. Artık kim tağutu (kendisine ibadet edilmesine rıza gösterenleri) reddedip (gerçek manada) Allah’a iman ederse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuş olur. Muhakkak ki Allah, Semî’ ve Alîm (her şeyi en ince teferruatıyla işiten ve bilen)’dir.”

(Bakara: 256)

Ayette geçen: ( عُرْوَةِ الْوُثْقَىَ ) “Kopmak bilmeyen sağlam kulp” tan kasıt; “İslam”dır. Bu ise; Allah-u Teâlâ’nın emrettiği ve kendisinden razı olduğu İslam’dır. Bu ayet bize şunu açıklamaktadır: İnsanın “İslam” manasına gelen “sapasağlam kulp”a sarılabilmesi sadece iman ile gerçekleşmez. Hiç şüphe yok ki onun imanı; öncelikle her çeşidi ve rengiyle tağutu inkâr edip reddetmeyi de içine almalıdır. Şayet böyle yapmaz ve tağutu inkâr etmeksizin Allah-u Teâlâ’ya iman ederse, şüphesiz onun bu imanı kendisine fayda vermez ve Allah-u Teâlâ böyle bir imanı ondan kabul etmez. Öyleyse bu ayeti kerimeye göre; tağutu inkâr etmeksizin, İslam ve imanın Allah-u Teâlâ’nın kabul ettiği şekilde olması mümkün değildir. Zira Allah-u Teâlâ doğru ve geçerli olan İslam için şu iki şartı koşmuştur: Birincisi: Tağutu inkâr etmek İkincisi: Allah-u Teâlâ’ya iman etmek. Şayet bu şartlardan birisi eksik olursa, kabul gören doğru İslam ve imandan söz edilemez. Öyleyse şimdi bu iki şartı açıklayalım: Birinci Şart: Tağutu inkâr etmek. Şunda hiçbir şüphe yoktur ki, tağutu tüm şekil ve renkleriyle bilmeyen kimse, onu inkâr ve tekfir edemez, böyle yaptığını iddia etse bile… Zira onun bu iddiası bir şeyi inkâr ettiğini söyleyip de inkâr ettiği şey hakkında bir bilgisi olmayan kimsenin iddiasıdır. Oysa bu ayeti kerimede istenen inkâr, bu şekildeki bir inkâr değildir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak isterler. Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.”

(Nisa: 60)

Allah-u Teâlâ bu ayeti kerimede Kur’an’a ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’den önceki nebilere indirilenlere iman ettiklerini iddia eden, bununla birlikte tağuta muhakeme olmayı da isteyen bir topluluktan bahsediyor.

Allah-u Teâlâ bu kimselerin iman iddialarını reddetmiştir. Çünkü tağuta muhakemeyle birlikte kabul gören ve doğru olan bir iman gerçekleşemez. Üstelik aynı kalpte doğru iman ile tağuta muhakeme olmayı istemek bir arada bulunamaz. Şayet onlar, iddia ettikleri gibi gerçek manada iman etmiş olsalardı tağuta muhakeme olmayı istemezlerdi. Çünkü Allah-u Teâlâ ayette onlara:
“Onu reddetmekle emrolunmuşlardı” buyurmuştur.

“Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” buyurarak şeytan aleyhil lanenin onları, tağuta muhakeme olma istekleriyle birlikte Allah-u Teâlâ’nın rasûlune indirdiğine iman iddialarının geçerli olacağına, bu din üzerinde kalacaklarına ve iman iddialarının Allah-u Teâlâ katında kabul göreceğine inandırarak kendilerini derin bir sapıklığa düşürmek ve kandırmak istediğini haber vermiştir.
Allah-u Teâlâ başka bir ayette şöyle buyuruyor:

“Tağuta ibadet etmekten kaçınıp (yalnız) Allah’a (ibadete) yönelenlere (dünyada ve ahirette) müjde vardır.”

(Zümer: 17)

Allah-u Teâlâ bu ayette cennetle müjdelediği kullarını bize tanıtıyor ve onların sıfatlarının tağuta kulluk etmekten kaçınıp ibadetleri her çeşidiyle halis olarak Allah-u Teâlâ’ya yapan, böylece Allah-u Teâlâ’nın rızası ve cennetiyle müjdelenen kimseler olduğunu bildiriyor. Yine bu ayette Allah-u Teâlâ bize; Allah-u Teâlâ’nın rızasını ve cennetle müjdelenmeyi hak edenlerin, hayatlarında her çeşidi, şekli ve resmiyle tağuta ibadetten kaçınan ve ibadetlerini tek olan, ortağı olmayan Allah-u Teâlâ’ya ihlâslı bir şekilde yapan kimselerin olduğunu bildiriyor. Aynı şekilde; Allah-u Teâlâ bu ayette bize, tağuta kulluktan kaçınmanın, Allah-u Teâlâ’nın rızasını elde etmeyi ve cennete girmeyi sağlayan sahih imanın şartlarından olduğunu açık bir şekilde bildiriyor. Allah-u Teâlâ bir başka ayette bütün rasûllerin, insanlara getirmiş oldukları çağrının şu iki esas üzere olduğunu bildirmiştir: Her şekli, rengi ve çeşidiyle tağutlara ibadetten kaçınmak ve tek olan Allah-u Teâlâ’ya ibadet. Bütün rasûllerin davetinin temelini bu iki esas şekillendirmiştir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki her ümmete: “Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” diye (söylemeleri için) bir rasul gönderdik…”

(Nahl: 36)

Bu ayette bize açıklandığı üzere hiç istisnasız rasûllerin hepsi apaçık şekilde şunu bildirmişlerdir: “Kul, ibadetlerini Allah-u Teâlâ’nın rasûllerinin hepsinin dilleriyle kanunlaştırdıkları şekilde yapmadığı, ibadeti ihlâslı bir şekilde sadece O’na has kılmadığı, bütün şekil ve çeşitleriyle, büyük ve küçük tağutlara ibadetten kaçınmadığı müddetçe Allah-u Teâlâ kulun ibadetini kabul etmez.” Tevhidin şartlarından temel şart olan tağutu inkârın gerekliliğini açıklayan bu açık ayetlerin açıklanmasından sonra; her şekil, renk ve çeşidiyle bu tağutun inkâr edilmesiyle ancak iman ve ibadetin geçerli olacağı tağutun ne olduğunu bildirmemiz üzerimize gerekli oldu. Kaynak:  İşte Müslüman